Posts Tagged ‘Ömer Ozan Erdoğan’

Önce Kız Takoz vardı…

2011’in ilk aylarıydı… Küpşehir sergisinin yapıldığı ALAN İstanbul ekibinden Efe, bize yeni bir sergi önerisiyle geldi. Sergi mekanı Lucca olacaktı. Lucca gibi popüler bir mekanda sergi açma fikri, tabii ki de çok cazip gelmişti. Ama o sıralarda Creative Bonanza olarak o kadar yoğun bir iş temposu içindeydik ki, bu konuya eğilme fırsatını bir türlü bulamadık. Beş yıl önce, on yıl sonra derken, Temmuz ayı civarında işler biraz duruldu. Fırsat bu fırsat deyip, zaman zaman bizi arayarak sergi konusunda yoklayan Efe’ye haber saldık. Birkaç toplantı, birkaç da telefon görüşmesinin ardından, serginin temelleri atıldı.
Bir iki ay içinde de serginin konusu netleşti: Besin zinciri! Eh, mekan yeme-içme üzerine olunca, konunun da yemekle ilgili olması kaçınılmazdı. Zaten konunun mekanla bağlantılı olması, artık bir Bonanza klasiği haline gelmişti. Bu sırada tasarımlar da yavaş yavaş şekilleniyordu. Serginin daha ismi yoktu ama cismi ufak ufak belirmeye başlamıştı.

Ozan HAM HUM’un hazırlıkları sırasında kendini aşarak, bir rekora imza attı. Dikişte süpersonik hıza ulaşan Ozan, bir oturuşta bir ıstakoz, bir timsah, bir de balina dikebiliyordu. Tabii bunda Bonanza’daki ikinci sanayi devriminin ve 10 kaplan gücündeki Bülent’in de katkıları asla yadsınamazdı. Bu kez sanayi devriminin mimarı Ozan oldu. Bülent ile birlikte karınca gibi çalışıp, kısa zamanda çok yol aldılar.
Önce Kız Takoz çıktı ortaya, sonra onu yiyen Cız Bız, derken parçalar birer birer yerine oturmaya başladı. Zaten serginin açılış tarihi de (9 Şubat 2012) giderek yaklaşıyordu. Bu arada sergiyi hala isimlendirmemiş olmamız bize küçük çapta bir panik yaşatsa da, bu durum kısa sürdü ve isme karar verildi: HAM HUM!

Artık ana parçalar sonlanmış, sergi isimlendirilmişti. Ama hala bir şeyler eksik gibi geliyordu… Berkay sergi hazırlık çalışmalarını bir kısa film haline getirmiş, ben de (yani Zeynep) her birine kişiliklerini anlatan birer profil hazırlamaya başlamıştım, ama ı-ıh… Başka bi şeyler daha lazımdı. Tabii ki bu eksiği, her sergide kendini yeni bir fikirle zorlamayı seven Ozan doldurdu. Kumaş ve suni derileri kullanarak, bu kez iki boyutlu illüstratif tablolar hazırladı. Tabloların her birinde, yine çeşitli karakterlerin birbirini yediği sahneler bulunuyordu. İşte şimdi HAM HUM’a tam olarak hazırdık.


Ama neden birkaç şey daha yapmayalım ki? Mesela HAM HUM’un balinası Eftelya… Onu bir lamba haline getirsek? Ya da Kız Takoz… Kolyesi olsa kesin takardım diye düşünürken başımıza bir iş daha açmayı başardık. Galiba iyi de ettik. Bu vesileyle geçen sene açıp da bir kenarda tozlanmaya bıraktığımız, tasarım ürünleri markamız Hoi’yi de tekrar ayağa kaldırmış olduk. Macera tüm hızıyla sürüyor, o balina benim, bu karga senin koşturuyoruz şu sıralar. Tüm derdimiz whatthehoi.com web sitesini sergiye yetiştirmek. Hoi’lerle ilgili yeni gelişmelerden sizi haberdar edeceğiz merak etmeyin.

O zaman HAM HUM’un 9 Şubat Perşembe günü, Bebek Lucca’daki açılışında görüşmek üzere… HAM HUM’lardan Nuri&Huriler’in de dediği gibi; “Yolu sergiden geçen herkesle, bir gün bir yerde buluşacağız.”

Bonanza arşivinden…

Bugün Creative Bonanza arşivlerine dalıp, 2010-2011 yıllarının akılda kalan sahnelerini hatırlayacağız. Bu arada Creative Bonanza’nın aslında ne iş yaptığını da belki hatırlarız…
Yolculuğumuza 2010 yılının ılık bir bahar gününden başlayalım (Arka planda şu müziği çalabilirsiniz):

Mayıs 2010 > Max Borka, adeta bir Willy Wonka gibi Bonanza’nın hayatına girdi ve Almanya’daki “Spagat” sergisinin ilk hazırlıkları işte böyle başladı.

Haziran 2010 > Bülent Kutlu, Creative Bonanza ekibine 10 kaplan gücüyle katıldı.

Ekim 2010 > Creative Bonanza’nın tasarım ürünleri markası Hoi, Bilstore’un Şişhane’deki konsept mağazasında görücüye çıktı.
Ekim 2010 > W.Pilates Coolgray VI, Creative Bonanza ekibine 1 pisi gücüyle katıldı.

Eylül 2010 > Az zamanda büyük işler başaran Bülent, stajyerlik görevini tamamlayarak, törenlerle okuluna uğurlandı. Bonanza hüzünlü ve 10 kaplan eksik kaldı. Zaten mevsimlerden de sonbahardı…

Ekim 2010 > Hoi internet sitesi whatthehoi.com açıldı, ama o kadar.

Kasım 2010 > Londra merkezli Edge of Arabia, serginin İstanbul ayağının iletişimini yürütmek üzere, Creative Bonanza ile anlaştı.

Kasım 2010 > Creative Bonanza, Dardanel’in zincir restoran projesi “Dardenia” için kurumsal kimlik çalışmalarına balık aşkıyla başladı.

Aralık 2010 > Creative Bonanza, “Spagat! İstanbul Design” sergisinin açılışına katılmak üzere, Almanya’nın karlı yollarına düştü.-13 derecede, ajansın adını Creative Donanza olarak değiştirme kararı alınsa da, İstanbul’a dönüldüğünde bu karar hemen unutuldu.

Aralık 2010 > Creative Bonanza, Dardanel’in meşhur üçgen sandviçlerinin ambalajlarını yenilemeye girişti.

Ocak 2011 > Aryum ve Kurt Kapak firmalarının broşür hazırlıkları başladı. Fotoğraflar çekildi, kapaklar geldi, kutular gitti, sıra sıra tüpler yan yana dizildi.

Ocak 2011 > Nezih Kitabevi, pazarlama iletişimi ve kurumsal kimlik tasarımı hizmetleri için Bonanza ile anlaştı.

Şubat 2011 > Bonanza, 2009’da tek seferlik bir çalışma yaptığı Contemporary İstanbul’un, 2011 kampanyasını üstlendi.

Mart 2011 > Tüm tasarımları Bonanza tarafından yapılan Dardanel’in Dardenia restoranı, ilk şubesini Bağdat Caddesi’nde açtı. Hem tasarımlar, hem de ürünler pek leziz oldu. Posterler, servis malzemeleri, ambalajlar, menüler, fotoğraflar, panolar derken meğer bayağı yol ve kilo almışız.

Nisan 2011 > Bonanza ekibi, topluca rejime başladı.

Mayıs 2011 > Pilates, 2 yavrusuyla 3 pisi gücüne ulaştı.

Mayıs 2011 > Creative Bonanza, 360HR İnsan Kaynakları Yönetimi için kurumsal kimlik çalışmalarına başladı.

Haziran 2011 > Dardanel sandviçler, yeni ambalajlarıyla raflarda! Diğer Dardanel ambalaj çalışmaları, son sürat devam ediyor.

Temmuz 2011 > Dualarımız kabul oldu, Bülent geri döndü! Haleluya!

Temmuz 2011 > Creative Bonanza iki sokak aşağıya taşındı, Sinan Çetin’in yan komşusu oldu.

Ağustos 2011 > Creative Bonanza web sitesini azıcık yeniledi.

Ağustos 2011 > Küpşehir Sergisi, Design Spotter sitesinde yayınlandı.

Eylül 2011 > Bonanza’nın en genç üyeleri Sarmal ve Tekil, “Üzüntü ve Muz Kabuğu” operasyonuyla yeni evlerine kavuştular.

Eylül 2011 > Creative Bonanza, stop motion sularını keşfe çıktı. Bu sırada Facebook ve Youtube sayfaları üzerinden, “Karga Karga Mortladı” ve “Doggy Syle” isimli kısa metrajlı filmleri yayınladı. Filmlerin başrollerinde boy gösteren Hoi’ler, skandallara imza atarken, çeşitli etkinliklerle de isimlerinden söz ettirdiler.

Eylül 2011 > Creative Bonanza’nın Hoi’leri, İstanbul Design Week ve İstanbul Design Spirit’e katıldılar.

Eylül 2011 > Hoi’ler basında!

Ekim 2011 > Creative Bonanza sıkıldı, parti yapmaya karar verdi. Ofis malzemeleri partiye erken başladı.

Ekim 2011 > Bonanzaseverler de partiye katıldı. Soğuk-moğuk demeden Lokal Pera’da toplanan kalabalık, Creative Bonanza NIGHT SHIFT Party‘de çılgınca eğlendi. (En azından bize öyle dediler)

Ekim 2011 > playGo ve zöet markaları, Creative Bonanza renklerine katıldı. Reklam kampanyası için çalışmalar, son sürat başladı.

Ekim 2011 > Bonanza saati uygulamasına geçildi.

Ekim 2011 > Creative Bonanza, Grafik Tasarım Dergisi’nin Eylül-Ekim 2011 sayısına haber oldu.

Kasım 2011 > HAM HUM sergisi çalışmaları başladı. Ofisi kargalar, tilkiler, balinalar bastı.

Aralık 2011 > HAM HUM sergisi çalışmaları hız kazandı. Bonanza, Şubat’taki sergiye neredeyse hazır.

Aralık 2011 > Shopamani mobil uygulamasının düzenlediği kampanyada, playGo büyük ödüllerden biri oldu. Kampanya büyük ilgi gördü.

Ocak 2012 > Creative Bonanza’da din ve devlet işeri ayrıldı. Ajans işleri Creative Bonanza’ya, sergi ve tasarım ürünleri Hoi markasına kaldı.

Ocak 2012 > whatthehoi.com, online satışa hazırlanıyor… HAM HUM ve Küpşehir’in ünlü simaları, birer tasarım ürününe dönüşmüş halde, whatthehoi.com‘da olacak.

Ocak 2012 > HAM HUM sergisinin haberleri, Mimarizm ve Evoria sitelerinde çıktı.

Kediler zamanla hep…

Biz taşındık, evet. Ama kedimiz Pilates, bizimle taşınmak istemedi maalesef. Zaten taşınmadan bir buçuk ay önce, iki adet aşk bebeği dünyaya getirerek tavrını ortaya koymuştu. Pilates’i nasıl yeni ofise getireceğimizi düşünürken, başımıza iki de bebe çıktı. Ama ne bebeler…

Bizim kedimiz diye söylemiyorum ama Pilates son derece bilinçli bir ebeveyn olarak, biri kız biri erkek iki çocuk yapmaya karar verdi. Bunun için de uzun geceler camdan göz göze, diz dize oturduğu romantik kedi Hans ve onun için hayatını riske atıp, düz duvara tırmanarak birinci kata ulaşmayı başaran kahraman kedi Hasan’ı seçti. Halbuki, bütün mahallenin delikanlıları bizim kıza hastaydı. Patisini sallasa ellisi yani… Neyse, Mayıs ayının son günü mesai bitimini bekledikten sonra, Pilates tüy topu gibi iki yavru dünyaya getirdi. Sarman Hans’ın kopyası bir erkek ve tekir Hasan’ın kopyası bir kız… Biz onlara arkadaşımız Burcu’nun da önerisiyle Sarmal ve Tekil isimlerini koyduk. Ve taşınana kadar huzurlarını bozmamak için elimizden geleni yaptık. Taşındıktan sonra da bir süre eski ofiste onlar için hazırladığımız yerde, ev sahibimizin de izniyle miniklere ve annesine bakmayı sürdürdük. Ama bu durum ne kadar sürdürülebilirdi ki?

Sonunda bizim eski ofis tutuldu. İnşaat çalışmaları başladı. Neyse ki minikler artık sütten kesilmiş ve ayaklanmıştı. Anneleri Pilates, yeni maceralara koşmak istiyor, eski ofiste geliştirdiği sosyal (!) çevreden kopmak istemiyordu. İş başa düştü, küçükleri aldık, yeni ofise getirdik. Ama yeni ofisimiz pek de kedi dostu bir yer değildi. Cama gelen çeşitli uçucu hayvanlar, alarm, camdan-balkondan uçma riski ve ofiste her şeyi karıştıran iki küçük canavar… Ofis hayatı bizim Sarmal ve Tekil’i sıktı, strese soktu… Artık onları sahiplendirmenin vakti gelmişti.

Hemen aşıları yapılmış, şirinlik muskası tipleri sahiplendirme çalışmalarına başladık. Ama ne zor işmiş… Şirinliklerini kullandık olmadı, duygu sömürüsü yaptık yemedi, sonunda onların bu mutsuz hallerini bir fotoromana dökmeye karar verdik. Çünkü onların bu hallerine, ancak bir fotoroman tercüman olabilirdi. Neyse ki fotoroman işe yaradı. Çocuklar evlerine kavuştu, ofis de huzura.
Kendilerinin akıllara zarar fotoroman macreasını da burada görebilirsiniz.

Sinan Çetin ile Teoman arasında bir yerde…

Biz taşındık. Çok uzağa değil ama merak etmeyin. Eski yerimizden sadece birkaç sokak öteye. Şimdi deniz manzaramız var. Aynı zamanda dört bir yanı inşaatlarla çevrili bir adada yaşıyor gibiyiz. Gerçi İstanbul’un her sokağında böyle bir durum var galiba. Ama bu bize; manzaramızı kapatıp, hayatı zehir etmek için yapılmış bir komplo gibi geliyor daha çok.

Manzara

Manzara


Bir de yeni adresimiz, nasıl desem… Sanki biraz kurumsallıktan uzak. “Alçakdam Sokak, Pürtelaş Mahallesi, Alev Hanım Apartmanı”… Çok ayıp şeyler yapıyormuşuz burada gibi bir intiba yaratıyor. Neyse, herhangi bir intiba yaratıyor en azından. Tabii aynı mahallede Alçakdam diye iki farklı sokak olması ve bizim sokağın yarısının isminin başka, diğer yarısının isminin başka olması hayatımızı kolaylaştırmıyor. Her gelen kurye önce yolunu şaşırıp, bi eski ofise uğruyor. Her gelen müşterimizi ise, taksi durağından gidip almamız gerekiyor. Genelde verdiğimiz tarifin acayipliğinden ötürü kafaları karışmış, sağını-solunu bilmez bir şekilde buluyoruz onları. Kabul, ofis toplantıları için ideal bir yer değil belki de… Ama olsun, yeni ofisimiz çok şirin. Bir de manzara güzel demiş miydim?
Buraya taşınacağımızdan bahsettiğimiz ilk kişi bize; “Teoman da orada oturuyor” demişti. Hemen bitişiğimizde de Sinan Çetin’in Plato’su var. Yani bizi ararsanız, Sinan Çetin ile Teoman arasında bir yerdeyiz. Yolu bulursanız, kahveye bekleriz.

Mutluluğa Spagat!

Her şey yaklaşık 9 ay önce, bir Nisan günü başladı. Bonanza yine her zamanki koşturmacası içerisindeydi ki, telefonun acı acı çalan sesi duyuldu. Arayan ödeme soruyordu ve bunun konumuzla hiçbir ilgisi yoktu. Neyse, o gün e-posta kutumuza bir e-posta düştü ve evet bunun konumuzla ilgisi vardı.

E-posta Max Borka’dan geliyordu. Belçikalı bir küratör olduğunu, Ozan’ın çalışmalarını İstanbul Design Spirit sergisinde gördüğünü, çok etkilendiğini, Almanya’da yapacağı bir sergiye katılmamızı istediğini bu e-postadan öğrendik. (Açıklayıcı not: Küpşehir sergisinden birkaç parçayı İstanbul Design Spirit sergisine göndermiştik de, o bakımdan…) Biz de en cool halimizle bu konuyu biraz düşümemiz gerektiğini söylemedik tabii ki, hoplaya zıpaya hemen bir toplantı ayarladık. Max Borka ve projede ona destek olan Anna Pannekoek ile işte böyle tanıştık.

Bundan sonrası çok hızlı gelişti… Almanya’da, Marta Herford Müzesi’nde açılacak Spagat! sergisi için harıl harıl çalışmaya başladık. İlk işimiz Max ve Anna’nın İstanbul’daki dairelerine bir ev arkadaşı getirmek oldu. (Max Borka, sergi hazırlık sürecinin büyük bölümünde, İstanbul’daki bir apartman dairesinde kaldı ve bu daireyi İstanbul’dan tasarım ürünlerle dekore etti.) 2.5 metre boyundaki bu iri-yarı arkadaş, evin en güzel yerine Almanya’daki sergiden aylar önce kuruldu. Tassel Hassle, yani Püsküllü Bela adındaki dev; ismini el ve ayaklarından uzanan püsküllerden ve asabi mizacından almıştı. Kendisi kanatlarıyla Hezarfen’e özense de, aslında uçmaya pek de niyeti yoktu. Balkondan bacaklarını ve kollarını sarkıtmakla yetindi ve Aralık’taki sergiyi bekleyip, tembellik etmeye başladı.

Biz Tassel kadar şanslı değildik. Sergiye sadece birkaç ay kalmıştı ve planladığımız parçalardan daha sadece birini tamamlayabilmiştik. Çalışmaları iyice hızlandırmak gerekiyordu. İkinci parça, birbirinin eşi üç karakterden oluşuyordu. Müze merdiveninin trabzanı için tasarladığımız bu karakterler, serginin ismindeki gibi “sapagat” yapıyor olacaktı. Bu üçlü (nam-ı diğer Spagat Trio), bizi bayağı yordu ama sonunda spagat yapmayı becerdiler. Artık onlar da sergi için hazırdı… Ama biz hala değildik. Çünkü tamamlamamız gereken bir parça daha vardı.

Üçüncü parça Headleg, adından da anlaşılacağı üzere kafadan bacaklı bir yaratıktı. Koca kafasından dertli Headleg, Spagat için hazırladığımız son parça olacaktı. Sekiz çırpı bacağının üzerinde, koca kafasını dengelemekte zorlanan bu karakter, Bülent’in de yardımlarıyla sergiye az buçuk kala tamamlandı. (Bu vesileyle yapımda çok emeği geçen Bülent Kutlu’ya da huzurlarınızda teşekkür etmiş olalım.)

Sonuç olarak Kasım 2010 itibarıyla, Spagat! Design İstanbul Tasarımı sergisi için hazırladığımız tüm parçalar hazırdı. Hatta Almanya yolculukları için paketlenmişlerdi bile! Sıra bizim paketlenmemize gelmişti. Vizeydi, biletti, oteldi derken, Almanya’nın en kar fırtınalı zamanında yollara düştük.

Açılış, 17 Aralık tarihindeydi. Aynı günün sabahı İstanbul’dan yola çıkıp, maceralı bir şekilde Herford istikametine gitmekte olan yolcularımız, müessesemizin bir katkısı ve ikramı olmaksızın, neyse ki vaktinde açılışa yetiştiler. Yani yetiştik.

Açılış bizim için çok heyecan vericiydi. Zaten bu durum, İstanbul’dan kalkıp Almanya’nın kör kışında teee oralara gitmemizden de net bir şekilde anlaşılıyordu. Sergi, tahminimizce İstanbul ve İstanbul’un tasarım dünyası hakkında çeşitli konuşmalardan sonra -tüm konuşmalar Almanca’ydı çünkü- açıldı.

Önce şöyle bir gezip tozduk, ardından da Max ve Anna ile beraber bir kez daha gezip tozduk. Bol bol foto çektik, şerefimize verilen yemeğe (gerçekten!) katıldık ve karlı Herford yollarında, bildiğimiz yegane Almanca şey olan “Hänschen klein” şarkısını söyleyerek otelimize döndük. Oradan da, ver elini Berlin!

Previously on Creative Bonanza…

> Açı Okulları için kurumsal kimlik çalışmaları yapıyoruz. Gidişat gayet güzel ama bitmedi hala. Daha çook çalışmamız lazım…

> TRT Çocuk’un Sen Tasarla programı için dekor, jenerik, logo ve kocaman bir model bebek yaptık. TV yıldızı oldu kendisi, artık yüzümüze bakmıyor.

> Ozan’ın tasarımı, bizim de el emeği-göz nurumuz yeni tasarım ürünleri koleksiyonumuz (mu desem ne desem) görücüye çıkıyor. Çok yakında Bilstore’da…

> PostAssist için şahane işler yapmaya devam ediyoruz, edeceğiz.
> SUBOR’a bir sürü ilan, poster ve outdoor çalıştık. Yayınlandılar, beğenildiler, hatta rakipler tarafından kötü taklitleri bile yapıldı.
> Sirius Suites için, logo ve kurumsal kimlik çalışması yaptık. Çok şık oldu. Yeni çalışmalar gelsin diye heyecanla bekliyoruz.
> Ha bu arada Contemporary Istanbul’a bir “call for applications” ilanı yaptık. O da epey bir yayınlandı sağda-solda… Dahasını da yapmak isteriz… (Mesaj içeren madde oldu bu, varsın olsun…)

Çok yakında Creative Bonanza’da… Bizi izleyin, bomba gibi projelerle geliyoruz!

Oldu da bitti maşallah!

Biliyorsunuz Küpşehir sergisi açıldı, kapandı, oldu, bitti, tarih oldu, üzerinden neredeyse yıl geçecek, ben hala bir yazı yazamadım hakkında… Siz de haklısınız sayın okuyucu, bir blog bu kadar da ihmal edilmez ki… Ama iş-güç deyin, bu seferlik mazur görün. Bakın hemen açığı gördüm, sizi bilgilendirmek için yetiştim. Şimdi olan biteni çok şahane bir şekilde sizin için özetleyeceğim. Merak etmeyin, Lost’un sonu gibi olmayacak, bütün sorular burada cevaplanacak.
Öncelikle nerede kalmıştık? Hah… Ajans dikimevi haline gelmişti… Oradan devam edelim. Efendim biz yaklaşık 4.5 ay çalıştık. Önce konsepti belirledik, sonra serginin ismini bulduk, sonra neler yapacağımıza, nasıl sergileyeceğimize, nasıl duyuracağımıza ve hikayelerine karar verdik. Kalıplar, kumaşlar, dikişler arasında kaybolduk.

Ozan, Pisboğaz'ın bağırsaklarını toplarken...

Ozan, Pisboğaz'ın bağırsaklarını toplarken...

Hepsi köşeli kenarlı, kübik tipler olduğu ve yaşadığımız şehirden izler taşıdıkları için, Küpşehir isminde karar kıldık. Şehrin sakinleri arasında; Sokak Çocuğu, Apartman Çocuğu, Kara Bela, Hulki, Şorolo, Mavi Muammer, Aksi Taksi, Camgöz, Sokak Kedisi Aşure, Sokit, İmdat Apartmanı, Binazor, Yekfare, Yolcu Tırımlar ve daha pek çok enteresan karakter yer aldı.
Soldan sağa: Hulki, Apartman Çocuğu, Mavi Muammer, Şorolo, Kara Bela...

Soldan sağa: Hulki, Apartman Çocuğu, Mavi Muammer, Şorolo, Kara Bela...

Her birinin birer dörtlükten oluşan, komik hikayeleri oldu. Tüm hikayelerin ve tiplerin silüetlerinin bir arada olduğu kocaman bir panoyu, serginin giriş koridoruna yerleştirdik. Yolları yalayıp yutan Aksi Taksimiz aç kalmasın diye, yol yapım çalışmalarına giriştik, sergi alanını boydan boya geçen bir yol yaptık. Mekana şehir hissini verebilmek için, karakterlerin sergileneceği platformları özel olarak tasarladık.
Yol yapım çalışmaları

Yol yapım çalışmaları

PanomuzVe Küpşehir M.S. 13.01.2010 tarihinde kuruldu. O günden M.S. 26.02.2010 tarihine kadar da bir sürü ziyaretçisi oldu.
Sergi posteri

Sergi posteri (Tabii ki bizim tasarımımız)


Birçok yerde bu vesileyle haber olduk tabii. Öncelikle sağolsunlar sosyal paylaşım ortamlarında dostlarımız ve destekçilerimiz bloglarına koyup, bol bol reklamımızı yaptılar. Fırat Yıldız’ın elmaaltshift’inde çıktık ilk. ☺ Sonra Radikal Cumartesi ekinde tam sayfa Ozan’ın röportajı çıktı. Radikal Tasarım gazetesinde de haber olduk. Mimarizm.com’da bol fotoğraflı, bol bilgili, şahane bir röpotaj çıktı. Bunun dışında Maison Française, Time Out İstanbul, İstanbul Life, ntvmsnbc.com, Yapı Dergisi, Arkitera, Dexigner gibi çok havalı yerlerde de Küpşehir’in haberleri çıktı. Hatta TRT Çocuk ve Kanal 9 ile röportajlar bile yapıldı. Bütün bunlara rağmen gitmeyenler, bence biraz ayıp etti.
26 Şubat’tan sonra Küpşehir tasını tarağını toplayıp, ALAN İstanbul’u yeni sanat etkinliklerine bıraktı. Şehir sakinlerinin bir kısmı yeni evler edindi, bir kısmı Creative Bonanza’da ofis hayatına başladılar mecburen, birkaç tanesi de başka sanat etkinliklerine katıldı. Yani Küpşehir bitti. Ama etkileri hala sürüyor… (Bkz. Facebook sayfamız) Arkası bir sonraki yazıda artık.

Kitabımız üzerine…

Previously on Creative Bonanza:
“Hulk’ın sesi” başlıklı yazımızda bahsetmiştim… Kartvizitimiz tasarım kitapları yayınlayan yabancı bir firma tarafından beğenilmiş ve kitaplarında yer almamızı istediklerini belirtmişlerdi. Biz de memnuniyetle kabul etmiş ve gereken malzemeleri kendilerine ulaştırmıştık. Kitap yayına hazır olduğunda tekrar mail attılar ve bir kopyasını göndermek üzere adresimizi istediler. Çocuklar gibi şendik… Ama aradan aylar geçtikçe (yine) saf ve temiz duygularımızla oynandığı hissine kapılmaya başlamıştık.
Creative Bonanza’da bu Pazartesi:
Derken bu Pazartesi kapımız çaldı ve ta-taaaaa! Sonunda beklediğimiz kitap geldi. Mutluyuz, gururluyuz.

Mutluluk dansı yaptık, sevinçle zıp zıp zıpladık. Artık önümüzdeki kitaplara bakacağız. İşte şöyle bir kitap kendisi:



Dikimevi

Kalıbımı basarım...

Kalıbımı basarım...


01/01/2010
Ankara’da Dikimevi diye bir semt var, ama bu yazının onunla hiçbir alakası yok. Başka bir şehirle alakası var gerçi; Küpşehir ile… Ve başlıktaki “dikimevi”, ajansın şu durumunu (bkz. Şekil 1-A) anlatabilmek için seçtiğim, kanımca en uygun kelime… Çünkü haftalardır, hatta net bir süre vermek gerekirse 4 aydır tıkır tıkır dikiş sesleri geliyor ajanstan. Ne de olsa 13 Ocak’a yetişmesi gereken koca bir sergi var…
Şekil 1-A

Şekil 1-A


Daha önce de bahsetmiştim, Ozan son 5-6 senedir sipariş üzerine oyuncaklar tasarlayıp dikiyor. Bonanza’yı kurduğumuzdan beri aklımızda bu konuda bir şeyler yapmak vardı. Aklımıza gelmeyen başımıza geldi ve ALANistanbul Ozan’a bir sergi teklifi ile geldi. Bu teklif hepimizi heyecanlandırdığı ve Ozan’ın tek başına, bu kadar kısa sürede, bir sürü karakteri tasarlayıp üretmesi zor olduğu için, hemen projeye yamandık. Çok da iyi yaptık.
"Zorlasam bi' etek bi' de ceket çıkarırım..." "Cam silmem yalnız apla..."
Sergi sürecinin ilk bir ayı konsept düşünmekle geçti. ALANistanbul’dan Arzu, Efe, Aslı ve Bilge ile kafa kafaya verip, ortaya nasıl bir sergi çıkarabileceğimizi konuştuk durduk. Sonunda şehir konsepti üzerine gitmeye karar verdik. Bu konsept, Ozan’ın kübik formlara yönelme merakıyla birleşince ortaya Küpşehir çıktı.
Kübik sokak kedisi Aşure

Kübik sokak kedisi Aşure

Bu küp form merakı, şehrin köşeli hatlarıyla da örtüştü ve her şey rayına oturdu. İşte o günden beri ajans adeta bir dikimevi oldu.
Ozan ve Puantiyeler

Ozan ve Puantiyeler